Bu esere ilişkin görüşlerimi dile getirmeden önce çevirmenin hakkını teslim etmem gerekiyor. Hakikaten tebrik ediyorum!
Zira çeviri kalitesi, eseri Almanca’dan Türkçe’ye çevirenler yani Mustafa Topal ve Kıvanç Koçak iki dile de son derece hâkim olduğunun altını çiziyor. Çevirmenlerin esere hakimiyetleri o kadar mükemmel ki, kitabı bir çeviriden okuduğunuzu asla hissettirmiyor. Eser, sanki anadilinden okuyormuşsunuz gibi akıp gidiyor…
Özetle Mustafa Topal ve Kıvanç Koçak, bu eseri çevirmemiş adeta yaşamışlar desek yeri… Kitabı okurken, adeta hipnotize olmuşçasına sayfalara kapılıp gitmenizden, çevirmenlerin, eserin ruhuna nüfuz ettikleri anlaşılıyor.
Zira sözcükler, sizi adeta benliğinizden yakalayarak ruhunuzu ele geçiriyor… İçinde bulunduğunuz zamanın kılcallarından sökerek, orta çağın, XVI. yüzyıl Cenevresi’nin loş, hatta zifiri karanlık sosyolojisinin en mahrem alanlarına kadar sürüklüyor.
Kendinizi apansız Castellio gibi… Güç ihtirasıyla canavarlaşmış Calvin’in, vahşi hırslarının belirlediği kilise kavgalarının orta yerinde buluyorsunuz. Soluğunuz kesiliyor.
Sayfaların girdabına yakalanıyorsunuz. Bundan kurtuluşunuz yok… Zaten kurtulmak da istemiyorsunuz. Eserin akışına koyuveriyorsunuz ruhunuzu…
İşte tam da buradasınız artık… Calvin’in, kuytularından masumların çığlıkları yükselen zindanlarında, paslı parmaklıkların gerisinde… Hak ve hakikatin mücadelesini veren Serveto’nun varlığına bürünmüş, bin bir türlü işkenceye rağmen direniyorsunuz.
Hak ve hakikat, Serveto ile birlikte, kilisenin izbelerinde örümcek ağını kurmuş zehirli bir ruhun elinde haksızca suçlu bulunarak tutsak ediliyor. Prangalar vurulmuş ayaklarınızdan kan sızıyor. Birlikte kan ağlıyor, birlikte isyan ediyor, birlikte kurtulmayı ümit ediyor, birlikte can çekişiyorsunuz…
Nefessiz, susuz, ekmeksiz… Buz gibi zindanın taş duvarlarına çarpıp duran ruhunuzla ve bedeninizle işkenceye uğruyor, bazen soğuktan bazen umutsuzluktan titriyorsunuz.
Okuduğunuzda siz de göreceksiniz…
Bana göre Monografi olan bu eserde Stefan Zweig, dev kayalara oyun hamuruymuşçasına şekil veren Rodin gibidir. Bir tarihi şahsiyet olan Castellio’yu, hatta çok da ön plana çıkarmak istemediği Serveto’yu “Çekiç darbeleriyle” sözcük, sözcük biçimlendirip üç boyutlu bir abideye dönüştürerek müşahhas bir hale getiriyor.
O an… Aç susuz…Üzerinizde partallarınızla Cenevre’nin rutubetli zindanlarında, Calvin’in karşısına inanç ve kararlılıkla dikilmiş, Serveto ile göz göze geliyorsunuz!
Öyle bir iman, öyle bir kararlılıkla zalimin karşısında hak ve hakikatin savunuculuğunu yapıyorsunuz!
Calvin’in desiselerine, sinsiliklerine karşı elinizdeki tek şeyle, iman ve inançla direniyor, savaş veriyorsunuz!
İnandığınız tüm değerler (Kitaplarınız) tutuşturuluyor. Kendi eserlerinizin ateşinde diri diri yakılarak acılar içerisinde katlediliyorsunuz.
Şimdi yapıtın akıntısından kıyıya çıkarak, Stefan Zweig’in bu muhteşem yapıtını hülasa edelim diyorum.
Bana göre monografi, kimine göre de roman, kimilerine göre ise deneme olan eserin konusu şöyle…
Dinde reform hareketleri baş göstermiştir… Katolik inancına karşı eleştiriler yükselmektedir. Farel adındaki bir vaiz, Katolikliğe karşı halk arasındaki bu isyanı körükler.
Hıristiyan otorite paniğe kapılmıştır. Çünkü tamam, Katoliklik bertaraf edilmiştir ama halk nezdinde Katolikliğin yerine bu boşluğu dolduracak bir inanç tesis edilememiştir. Dolayısıyla bu kez Hıristiyanlık top yekûn yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bunu sezen Jean Calvin adlı din kurnazı, güç budalası, katı ve ruhsuz insan, tam da bu sırada ortaya çıkar! Hıristiyanlık Dininin Esasları diye bir eser yazar.
Mal bulmuş mağribi gibi Calvin’e itibar eden Farel ise Calvin’i gözü kapalı destekler. Daha anlayıp dinlemeden, Cenevre siyasetine refere eder ve siyasette güç kazanmasına vesile olur.
Aslına bakarsanız ne Farel’in ne de Cenevre siyasetinin Calvin’in eserini okuduğu, incelediği falan yoktur. Calvin’i, Protestanlığa verdiği destekten ötürü Fransa’dan Cenevre’ye göç etmek zorunda kalan bir din adamı olarak görürler sadece. Calvin’in kabul görmesinin yegane nedeni budur.
Oysa Calvin’in kitabına göre, “her türlü günahtan kaçınmayanlar ve Calvin’in Hristiyan öğretilerine iman etmeyenler, şehri terk etmek zorunda bırakılacaklardır”. Calvin her türlü zevki, lüksü, içtimai hayatın zorunlu kıldığı dostlar arasındaki davetlere dahi kısıtlama getirmiş, sıradan dünyevilikleri dahi yasaklamıştır!
Zira Calvin, kendi sunduğu din konusunda bir taş kadar sert ve de katı tutumludur!
Derken Cenevre meclisi akıllıca bir karar alarak Calvin’i sınır dışı eder!
Bu kez Farel ve Calvin’in öğretileriyle katolik inanca yüz çeviren halk, din konusunda boşluğa düşer. Cenevre meclisine isyan ederek, Calvin’in geri getirilmesini ister.
Calvin geri dönmeye ikna edilir. Üstelik ikinci gelişinde halk tarafından bir kurtarıcı olarak, tezahürat ile karşılanır. Halkın bu teveccühü neticesinde Cenevre meclisi üzerindeki otoritesi güçlenen Calvin, öncekinden daha çok güçlendiğinden, herkes gücü ve katı disiplinine karşı itaat etmek, eğilmek zorunda kalır.
“Sansür, her diktatörlüğün doğuştan kardeşidir!”
Calvin ilk iş olarak derin bir istihbarat ağı kurar! O kadar ki, Calvin’den izinsiz olarak yaprak dahi kımıldayamaz. Toplantı yapılamaz. Kitap basılamaz.
Halk birbirini ispiyonlamaya teşvik edilir. Çocuklar bile anne babalarını Calvin’e ispiyonlayan hane içerisindeki köstebeklerdir.
Genç bir teolog olan Castellio ile Calvin’in yolu da tam burada kesişir. Castellio, Kitab-ı Mukaddes’in Fransızca tercümesini yazmıştır ve kitabın basılması için Calvin’den izin ister.
Calvin, genç Castellio’yu kibirli bir şekilde karşılar. Eserine itibar etmez, hatta aşağılar. Yani Castellio’nun eserini sudan gerekçelerle kabul etmez. Aslında bunun asıl sebebi Calvin’in eseri yetersiz bulması değil, kendi akrabalarından birinin zaten böyle bir tercümeyi yapmış olmasıdır. Dahası Calvin, akrabasının tercümesine önsöz bile yazmıştır.
Castellio eserini, Calvin’in düzeltmesi koşuluyla yeniden karşısına getirip yayımlanması için ricada bulunsa da Calvin yine kabul etmez. Bu yüzden Castellio, şehri terk etmek zorunda bırakılır. Çocuklara özel dersler vermek gibi düşük gelirli işlerde ailesi için ekmek parası kazanmaya çalışsa da geçim sıkıntısı ile boğuşmak zorunda kalır.
Bu arada tıp doktoru, aynı zamanda da koyu bir Hıristiyan olan Michael Serveto adında bir din bilimci, ortaya “teslis inancının Hıristiyanlıkta olmadığı gibi” yeni bir düşünce atar. “Teslis’in yanlışlıkları üzerine” yazdığı kitap yayınlanır yayınlanmaz, kilisenin tepkisini üzerine çeker! Sonra bu korkuyla ismini değiştirerek Fransa’ya kaçar!
Fransa Vienne’de, bir doktor olarak dikkat çeker ve vali vekilinin doktoru olarak çalışmaya başlar. Serveto hırslı bir adamdır. Dolayısıyla teolojiye dair bilgilerini toplumla aktarmak amacındadır.
İşte tam da burada hayatının hatasını yapıp düşüncelerini bir mektup yazarak Calvin’e gönderir.
Calvin mektubu alır almaz öfkeden çılgına döner tabii… Kibirle ve aşağılamalarla dolu bir mektup yazarak Serveto’nun mektubunu yanıtlar. İkili arasında gittikçe sertleşen bir mektup trafiği başlar.
İçten içe gerçek niyeti, şayet Cenevre’ye gelirse bu hadsizin işkence ederek kanını dökmektir.
Serveto ise Calvin’in öğretilerine (Institutio’suna) karşılık verircesine isim vermeden Restitutio’yu (Öze Dönüş) yayımlar.
Bunun üzerine Serveto’ya kin tutan Calvin, yakın çevresinden birini tetikçisi gibi kullanarak, Seveto hakkında “kafir” olduğuna dair suç duyurusunda bulunmasını sağlar. Yargılanmasını talep ettirir.
Buna rağmen delil yetersizliği ile salıverilen Serveto, Calvin’in davaya direk müdahil olması sonucu çeşitli entrikalarla tekrar mahkûm edilir.
Serveto’nun çevresi geniştir. Halk tarafından da çok sevilmektedir. Nihayetinde hapisten kaçırılır. Fakat şaşırtıcı şekilde yeniden Cenevre’ye gelir ve bir kilisede vaaza katılınca tanındığı an, yakayı ele verir.
Aslında mahkemeye çıkarılmadan çok önce Calvin, Serveto’nun cezasını kesmiştir. Serveto’yu kitaplarıyla birlikte ateşe verecek ve halkın gözleri önünde diri diri yakacaktır!
Bu kararına rağmen Serveto’ya, teslis inancını kabul etmesi halinde diri diri yakılmak yerine işkence edilmeden öldürülebileceği teklif edilir.Lakin Serveto, dünyası yıkılsa da inandığından vazgeçmeyecek kadar inançlı bir Hıristiyan’dır. Sonunda düşüncesinden vazgeçmektense diri diri yakılmayı göze alır. Kendi kitaplarıyla tutuşturulan ateşte, Hz. İsa’ya (a.s) yakararak, diri diri yakılır.
Serveto’nun diri diri yakılarak öldürülmesi aslında dönemin her vicdan sahibi Hristiyan’ını rahatsız etmiştir. Ancak kimse Calvin’e karşı bunu dile getirmeyi göze alacak cesarete sahip değildir.
Calvin’in işlediği bu din cinayetine ilk karşı çıkan Castellio’dur! Tabii gizli olarak…
Castellio’ya göre Serveto’nun idamı bir din cinayetidir. “Bir insanı öldürmek asla bir öğretiyi savunmak değildir; bir insanı öldürmek demektir.”
Castellio ardından dinsel hoşgörü manifestosunu hazırlar ve yayımlar. Haliyle deşifre olur. Calvin bu kez Castellio’yu hedefe koyar! Amacı karşısına çıkma niyetinde olanlara göz dağı vermek için onu da aynen Serveto gibi diri diri yakmaktır!
Lakin Castellio, bu akıbete uğramadan 48 yaşında yoksulluk ve sefalet içerisinde ölür. Medyan Calvin’e kalmıştır.
Calvin’in bir zorba olduğu ise ölümünden 400 yıl sonra Stefan Zweig ile ortaya çıkar. Sanat, siyaset ve kültür üzerindeki derin izleri kuşaklar boyu silinememiştir.
*
Stefan Zweig’e gelince… Bana göre baş yapıtı olan bu kitabı yazarken tarafsız ve önyargısız olduğunu savunur. Ancak kesinlikle taraflı ve hissedilir derecede önyargılıdır.
Nitekim okuyucunun da göreceği üzere Castellio’yu idealize ederken, Serveto’yu aşağılar.
Oysa Serveto, işkenceler içerisinde idamını beklerken dahi inancından yüz çevirmemesi, diri diri yakılma pahasına kendisine dayatılan “teslisi” kabul etmemesi açısından takdir edilmesi gereken mücadeleci ve inançlı bir kişiliktir.
Buna rağmen Stefan Zweig, Serveto’yu Castellio kadar kahramanlaştırmaz! Bilakis çokça yerden yere geçirir…
Kitabın sonuna kadar Castellio, fotoğrafik bir şekilde görünür hale gelir.
Bana göre bu eser, Stefan Zweig’in en zirve eserlerinden biridir. Bu yüzden bu kadar az okunması hakikaten üzücü benim için!
Bu eseri çevirileriyle Türkçeye kazandıran çevirmenlere ve kitapevine sonsuz teşekkürler.
Teşekkürler. Güzel bir kitap incelemesi yapmışsınız. O dönemde din adına yapılan engizisyon yargılamalarını ve kurulan tuzakları, Kalvinizmin nasıl doğduğunu ve karşısında verilen mücadeleyi anlatan Stefan Zweig’in bu eserini farklı bir bakış açısı ile değerlendirmişsiniz. Zevkle okudum.
This is very interesting, You are an overly professional blogger. I have joined your feed and look ahead to in the hunt for more of your great post. Also, I have shared your web site in my social networks